İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ KISKAÇ ALTINDA (27 Mayıs 1960-1970)



Türk siyasal hayatının Cumhuriyet kurulduktan sonraki  ilk askeri darbesi olan 27 Mayıs 1960 askeri müdahalesi, çok partili siyasal hayatı kesintiye uğratmakla kalmamış, yeniden tesis edilen asker-sivil ilişkileri  bağlamında basın üzerinde de şekillendirici olmuştur. Askeri müdahaleler siyasal hayatın  üzerinde olduğu gibi basın üzerinde de kısıtlamalar doğuran olağanüstü koşullar yaratmaktadır. Kısacası ülkedeki tüm kurumlar 27 Mayısçılar tarafından yeniden dizayn edilmiştir. Meşhur ifadeyle söylersek asker bir silindir gibi bütün kurumların üzerinden geçmiştir. “ Babıali’den de geçeceğiz ifadesiyle basın baskı altına alınmıştır. 27 Mayıs yalnızca demokrasiye vurulan bir darbe değildir aynı zamanda basına ve basın özgürlüğüne de vurulan bir darbedir. Bir önceki döneme yani  ülkeyi 27 Mayıs 1960’a sürükleyen sürece baktığımızda iktidara geldiği  ilk yıllarda Başbakan Adnan Menderesin iktidarı  devraldığı Cumhuriyet Halk Partisi’nin basın politikalarının  baskıcı olduğu gerekçesiyle eleştirdiğini görüyoruz. Ancak 1950’lerin ortalarından itibaren ise  benzer baskıcı politikaları iktidar  partisi olarak kendisi de uygulamıştır. Basın üzerindeki baskıcı ve kısıtlayıcı önlemler Demokrat Parti’nin  2. Hükümet programında yer bulmuştur. 27 Mayıs 1960 askeri darbesi ile Türkiye’de  demokrasi kesintiye uğrarken siyasal hayat ve basın da bu süreçten önemli oranda etkilenmiştir. Bu çalışmada öncelikle 1960 darbesine giden süreçte Demokrat Parti’nin iktidarı süresince Basın Kanunu’nda yaptığı değişiklikler ve basınla ilişkileri ele alınmaktadır. Ardından darbeyi takip eden günlerde basının darbeye karşı tutumu ortaya konulmaktadır. Bu bağlamda Cumhuriyet, Milliyet, Ulus, Vatan ve Havadis gazetelerindeki, darbeyi takip eden ilk bir haftalık süreçteki haberler içerik analizi yöntemiyle ele alınmaktadır. Çalışmada söz konusu gazetelerin askeri darbeyi nasıl yorumladıklarını, olağan dönemlerdeki işlevlerini sürdürme noktasında ne konumda olduklarını ortaya koymak amaçlanmıştır. Böyle olağanüstü dönemlerde basının yayın politikasını özgürce sürdürmesi olanaksızlaşmaktadır. Olayların ardından süreç normalleşinceye kadar basın kontrol altında tutularak özgürlükler büyük oranda kısıtlanmaktadır. Yayın hayatına devam etmeye çalışan basın kuruluşları ise askeri darbeyi olumlu yönüyle ele alma eğilimi gösterebilmektedir. Kısacası Demokrat Parti iktidarı döneminde ağır takibata maruz kalan basın “27 Mayıs Darbesini” olumlu karşılamıştır. 27 Mayıs 1960 darbesi ile 10 yıllık görece özgür dönem başlamıştır. Ta ki 12 Mart muhtırasına kadar.. Aynı zamanda bu dönem basını askeri ideolojiyi içselleştirmiştir. Dolayısıyla Türkiye’de medyanın askeri niteliğe bürünmesinin arkasındaki en büyük etken 27 Mayıs darbesidir. Bu dönemde dönemin basınına ve ifade özgürlüğüne nasıl müdahale edildiğini ve dönemin gazetecilerine  yapılan baskıları gözler önüne seren bir kaç olayı sizlerle paylaşmak isterim. Bu ülkede “İfade özgürlüğünün “olduğu her dönem söylenmiştir, hoş ifade özgürlüğünün önemini içselleştirmiş bir ülkede düşünce için mahkeme ve  hapishane olmaz.. Bu ülkede İstisnasız her dönem tutuklanan gazeteciler olduğu gibi bu dönemde de tutuklanan gazeteciler olmuştur. 1 Mart 1961 tarihinde yazdığı yazısı üzerine tutuklanan Aziz Nesin ve yazı işleri müdürü İhsan Ada yeni dönemde tutuklanan ilk gazeteciler oldular. Hasan Pulur 12 Mart 2012 tarihli "Yine Babıâli" başlıklı yazısında bu olayı şöyle anlatır: "Yıl 1961, Aziz Nesin 'Tanin gazetesi' yazarıdır. Gazetenin sahibi Kasım Gülek'tir, Gülek ile İsmet Paşa'nın arası 1959 yılında açılır. Gülek, '27 Mayıs' sonrası kaybettiği siyasi gücünü tekrar kazanmak için 'Tanin' gazetesini alır, gazetenin başına da 'Vatan' gazetesinin eski yazı işleri müdürü ve CHP milletvekili İhsan Ada'yı getirir. İhsan Ada da kadroyu kurar: Sabahattin Eyüboğlu, Melih Cevdet Anday ve Aziz Nesin… 18 Mayıs 1961 günü sivil polisler İhsan Ada ile Aziz Nesin'i alıp götürürler. Yazıları sakıncalıdır, askeri yönetimin ilk tutukladığı gazeteci Aziz Nesin ve İhsan Ada'dır. Tam 50 gün içeride kalırlar, onlar cezaevindeyken Tanin gazetesi bir açıklama yapar. O güne kadar böylesi ne görülmüş, ne de görülecektir: 'Dün nezaret altına alınan muharrir Aziz Nesin'in bir hafta önce gazetemizle ilişkisi kesilmiştir. Esasen bizden önce birçok gazete ve dergilerde yazıları çıkan ve halen de çıkmakta olan bu yazarın son zamanlarda gazetemiz için yararlı olmadığına kanaat getirilmiş ve kendisiyle ilgimiz kesilmiştir. Tanin'in açıklamasının bir de İhsan Ada ile ilgili bölümü vardır:  "İhsan Ada'ya gelince; yıllarca Vatan gazetesinde ya­zı işleri müdürlüğü yapan ve uzun süre Ulus'un genel ya­yın müdürlüğünde bulunan, son dönemde ise CHP Hatay milletvekili olan arkadaşımızın, yapılacak tahkikat so­nunda temize çıkacağını ümit ediyoruz."  Tanin daima Büyük Atatürk'ün izinde ve Türk mil­letinin hizmetinde vazife görecektir. 3 Temmuz 1961 gü­nü İhsan Ada ile Aziz Nesin, yazılarında hiçbir suç un­suru görülmediği için, Askerî Sorgu Yargıçlığının kararı ile tahliye  edilirler. Daha sonra Aziz Nesin bütün bu dönemde başına gelenleri  "Suçlanan ve Aklanan Yazılar" başlığıyla serbest kalmasının hemen ardından 1962 yılında kitap hâline getirir ama kitap yayınlanmaz. Kitapta o süreçten şöyle bahseder: "27 Mayıs gerçekleşince eski yönetimin övücü ve destekçileri öyle bir paniğe kapıldılar ki, (çünkü Cumhuriyet döneminde askerler ilk kez yönetimi ele alıyorlardı) sorumluluklarını ve suçluluklarını örtmek için herkesten çok 27 Mayısçı kesilerek Millî Birlik Komitesine ve üyelerine övgüler düzmeye başladılar. Öte yandan, kendilerini iktidarın kesin ve tek adayı gören CHP'li kimi gazete ve dergiler de, önlerinde iktidar yolunun açılması için ellerinden geldiğince MBK 'ne yaklaşmaya çalışıyorlardı.  Tanin Gazetesi'ndeki özellikle toplumsal güvenlik, toplumsal adalet ve toplumculuk konusundaki yazılarıma saldıranlar, o zamanki askerî iktidarın (27 Mayısçıların) gözünde, yazılarımda suç olduğu kanısını uyandırmaya çalışanlar, anlatmak istediğim işte bu iki grup gazete ve dergi ve yazarlarıdır."  diyerek tüm yaşadığı bu sürece kitabında yer vermiştir. Basın çalışanları bir yandan hükümetin baskı ve kısıtlamalarıyla  mücadele ederken diğer yandan da medya patronlarıyla mücadele içerisindedir. Aziz Nesin olayında görüldüğü üzere, hükümetin baskı ve kısıtlamaları yetmiyor gibi üzerine bir de medya patronlarının basın çalışanlarına destek olmaması ve basın mensuplarını yalnız bırakmaları da bu dönemde göze çarpar. Bunun bir diğer çarpıcı örneği ise basın tarihe  “9 Patron Olayı” diye geçmiştir. Bu gelişmede dönemin Millî Birlik Komitesi yürürlükteki basın kanunu kaldırmış, resmî ilan dağıtımını Basın İlan Kurumunu kurarak düzene sokmuş ve gazetecilerin haklarını düzenleyen 212 Sayılı Kanun'u çıkarmıştır. Gazetecilere bu kanunla tanınan haklar gazete sahiplerinin tepkisini çekmiş; Akşam, Cumhuriyet, Dünya, Hürriyet, Milliyet, Tercüman, Vatan, Yeni İstanbul, Yeni Sabah gazetelerinin sahipleri protesto amacıyla 12, 13 ve 14 Ocak 1961 tarihlerinde gazete çıkarmayacaklarını açıklamışlardır. Buna karşın gazeteciler bu üç gün Basın gazetesini çıkarmışlardır. Basın gazetesi 11 Ocak günü yayına başlamıştır ve e üç günlük boykot sırasında düzenli olarak yayını sürdürmüştür. “Çalışan Gazeteciler Günü” bu olayın bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Daha sonra 10 Ocak, “Çalışan Gazeteciler Bayramı” olarak kutlanmaya başlanmıştır ve 1971’de “Çalışan Gazeteciler Günü” halini almıştır. Darbeden önceki Demokrat Parti iktidar dönemine baktığımızda basın özgürlüğünün yok denecek kadar az olduğunu ve ciddi kısıtlamalara maruz kaldığını görüyoruz. Basın tarafından dönemin iktidarına, Cumhurbaşkanına ve Başbakanına yapılacak herhangi bir eleştiriye karşılık olarak ağır cezalara çarptırılmalarından bu yana değişen rejimle beraber rejimin temeli hariç gelen hükümeti eleştirebilir duruma gelmiştir. Bu durumun böyle olduğunu  BBC tarafından dönemin gazetecilerinden biri olan Özcan Ergüder’le yaptığı röportajından da anlıyoruz. Bu röportajda BBC muhabiri tarafından Özcan Ergüder’e şöyle bir soru yöneltiliyor: “ Bir gazeteci olarak son bir yıla bakarsak yeni rejimde ne kadar özgürsünüz?” Bu soruya Özcan Ergüder şu şekilde cevap veriyor : “ Tam anlamıyla özgürlüğümüz var diyebilirim. Özellikle bir önceki rejime kıyasla çok daha fazla özgürlüğümüz var. Başımızdakinin bir ihtilalci hükümet gerçeğine rağmen, hükümeti eleştirme konusunda epey özgürüz. Hükümetin üyelerini, komitenin üyelerini eleştirmekte özgürüz, bunu bir çok kez yaptık” Bunun üzerine BBC muhabiri: “Yani, ancak hükümeti temelden eleştirdiğiniz sürecek özgürsünüz” diyerek söylemine devam etmiştir. Özcan Ergüder ise “Devrimin temellerinin eleştirisini yapmadığımız sürece hükümeti istediğiniz kadar eleştirebilirsiniz. Ancak devrimi temel olarak eleştirme hakkınız yok, bence olmamalı da.” Şeklinde cevap verir. Dönemin sonlarında ise  Haldun Simavi ve Süleyman Demirel kavgası karşımıza çıkıyor. Bu kavganın temel sebebi Haldun Simavi’nin Demirel Ailesine yönelik yaptığı eleştirel yazılar ve haberlerdir. Bundan bir önceki döneme bakacak olursak yani Demokrat Parti’nin
iktidar olduğu dönemde gazeteciler, hükümet aleyhinde ve hükümeti yöneten şahıslara yönelik herhangi bir şekilde eleştiride bulunamamışlardır. Ancak gazeteciler 27 Mayısın beraberinde getirdiği hükümeti ve dönemin yöneticilerini eleştirmiş ve onlar aleyhinde yazılar yazabilmişlerdir. Bir önceki döneme nazaran basın özgürlüğünün esnediğini görüyoruz. Tabi bu yazıların gazetecilere bazı yaptırımlar ve cezalar olarak geri döndüğünü de görüyoruz. Gelin Haldun Simavi ve Demirel kavgasının iç yüzüne bakalım. Bu kavgayı anlatırken medya patronlarıyla en yi geçinen liderin Süleyman Demirel olduğunu hatırlatmakta yarar var ama istisnayıda belirterek.. Basın kavgası 1960’ların sonunda Günaydın Gazetesi’nin sahibi Haldun Simavi ile yaşadığı ve bir ara artık kan davasına dönüşen kavgadır. Bu tartışma 12 Mart Muhtırası ile sonlanmıştır. Bu kavgada Simavi’nin Günaydın’ı Demirel Ailesinin servetini masaya yatırıyor. Süleyman Demirel’in kardeşlerinin o dönem Başbakan olan Süleyman Demirel’in siyasi nüfuzundan faydalanarak servetine servet kattıklarına dair yayınlar yapıyordu. Günaydın’ın en unutulmaz manşeti ise şöyleydi: “ Demirel’ler 4 yıl içinde Koç’tan sonra nasıl Türkiye’nin en zengin adamları oldular; 4 yıl önce 262 lira vergi veren Demirel Ailesinin bugünkü serveti 87 milyon lira!”  Süleyman Demirel ise kendisi ve ailesi aleyhindeki yayınlara karşı elinde ne güç varsa Haldun Simavi medyasını bitirmek için kullandı. Hatta Haldun Simavi’nin adamı olan Rahmi Turan gibi dönemin gazetecilerini tutuklattığını görüyoruz. Bu dönemde yaşanan bir kaç olaya baktığımızda da görüyoruz ki; basın zaman zaman özgürce yayınlarına devam etmeye çalışsa da kısa sürmüştür ve hemen ardından sansürlere ve kısıtlamalara tabi tutulmuştur. İfade özgürlüğü her dönem bazı güçlerle savaş halindedir.

Kaynakça
https://www.setav.org/27-mayis-darbesi-ve-basin/
https://www.beyaztarih.com/cumhuriyet-tarihi/turk-demokrasisine-vurulan-ilk-darbe-27-mayis-1960-darbesi
https://www.aa.com.tr/tr/demokrasinin-infazi-27-mayis/darbenin-gazete-kupurlerindeki-ayak-sesleri/1481880
https://www.haberler.com/demokrasinin-infazi-27-mayis-kamuoyu-darbeye-basin-10862484-haberi/
https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/sinan-meydan/iftiralar-ve-gercekler-27-mayis-4937663/
https://www.mevzuatdergisi.com/2006/07a/04.htm
https://m.haberturk.com/video/tv/izle/1960-li-yillarda-gazetecilik/490234
http://platform24.org/yazarlar/4266/demirel-doneminde-basin-ozgurlugu-var-miydi
https://www.google.com/amp/s/m.sabah.com.tr/yazarlar/kutahyali/2015/06/21/suleyman-demirel-ve-basin-ozgurlugu/amp
https://journo.com.tr/10-ocak-calisan-gazeteciler-gunu-dokuz-patron
https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-44247480.amp
https://www.youtube.com/watch?v=qaJnFdyBxKE&feature=youtu.be&t=8m1s


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

1980 Darbesi Ve Basının Değişimi

12 MART MUHTIRASI VE BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ (1970-1980)